BÖCEK

November 30, 2010

AON Gezegeni Astrobiyoloji Laboratuvarı’nda hummalı bir çalışma vardı. Çok karmaşık olduğu söylenen insan beyni, sonunda tamamen çözülmüştü. Son birkaç yüzyıldaki en büyük projeleri olan BÖCEK’i hayata geçirmelerine artık sadece bir kaç dakika kalmıştı. BÖCEK ismi, Dünya’da oldukça yaygın bir şeklide bulunan bir canlı türünden geliyordu. Bu canlı türü, AON robotları için Dünya’da oldukça başarılı bir kamuflaj olacaktı, en azından Büyük Konsey böyle düşünüyordu.

Yollanacak olan böceklerin tespit edilememesi için tüm ayrıntılar düşünülmüştü. Her bir böcek, Dünya’nın yörüngesinde önceden belirlenmiş olan konumlarına yerleştirilecekti. Dünya, yörüngesi etrafında döndükçe, bu yörünge üzerinde bulunan kalıntılar meteor yağmuru olarak gezegenin yüzeyine ulaşacak ve böylece böcek de yüzeye tespit edilemeden ulaşabilecekti. Atmosferdeki sürtünme kuvvetinin etkisiyle zarar görmemesi için özel bir kılıf bile hazırlanmıştı. İlk aşamada yalnızca bir böcek gönderilecekti ve yine Büyük Konsey tarafından, bu böceğin arı olması uygun görülmüştü.

Fırlatmayı gerçekleştirmek üzere, en genç laboratuvar çalışanı Utan görevlendirilmişti. Utan, bunun temsili bir görev olduğunun bilincindeydi. Kendisi herhangi bir şey yapmasa da, saatler 29.000′u gösterdiğinde fırlatma otomatik olarak gerçekleşecekti. Saat 29.001 olduğunda, Utan mutlu görünmeye çalışarak, önündeki temsili düğmeye bastı ve saat 29.000′da fırlatma gerçekleşti.

Williamsburg’da ılık bir sonbahar akşamıydı, havada tek bir bulut bile yoktu. Matt bu güzel akşamı değerlendirmek için, ayakkabılarını çıkarıp kayıkhanenin bulunduğu iskeleden ayaklarını aşağı sarkıtarak uzandı ve kafasını gökyüzüne kaldırdırarak, gözlerini Leo takım yıldızına dikti. Bu takım yıldız, ablası Laura’nın favorisi Taurus’a karşı savaşması için seçtiği kahramanıydı. Matt, çocukluğunda ablasıyla buraya gelir ve ondan gökyüzü ile ilgili hikayeler dinlerdi. Zaten onun şu anda yöneticisi olduğu SETI’ye girmesini de ablası Laura sağlamıştı. Şu sıralar SETI’de gelişme üzerine gelişme yaşanıyor ve yaşam barındıran gezegenler bulma olasılığı git gide artıyordu.

Matt, okumayı öğrendiği günden beri Jules Verne’ün kitapları başta olmak üzere, pek çok değerli bilim kurgu okumuştu. Ancak bilimle ile ilgili okuduğu ilk kitap, ablasının kahramanı Galileo’nun, bilimin babası olarak anılmasını sağlayacak olan kitabı İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog olmuştu. Henüz 11 yaşındaydı ama yazılanları anlamakta pek de zorlanmamıştı. Gülümsedi, aklına ablasıyla yaptığı ilk büyük tartışma gelmişti. Galileo’nun med cezir açıklaması oldukça saçmaydı ve Matt bu yüzden ablasıyla, Galileo’nun bir aptal olduğunu söyleyerek tartışmaya başlamıştı. Asıl aptallığı ise, 11 yaşında bir çocuğun bu durumu ayırt etmesini bekleyen ablasının yaptığını düşündü.

Ablası bugün yanında yoktu. Her sene bugün buluşarak eskileri andıkları bu yerde, bu sefer Matt yalnız bir şekilde, kaybettiği ablasını anıyordu. Taurus’a bakarken gözünden bir damla yaş süzüldü. O sırada koluna konan arıyı farketmeyen Matt, arının kolundan sokmasıyla kendine geldi.

Saat 11.32′yi gösterirken, Matt geri dönmeye karar verdi. Zaten arının soktuğu yere ilaç sürmesi gerekiyordu. Ablasından ona kalan kulübeye dönerken, vücudunun çok yakında bir grup uzaylının eline geçeceğinden habersizdi.